Ekonomi

İş Bankası Genel Müdürü Ekonomiyi Değerlendirdi

“Ağustosta bir türbülans yaşadık. Şimdi normalleşmeye başladık” diyoruz. Gerçekten durum böyle mi?

Ağustos 2018’de, saf ekonomik nedenlerle değil, onun dışındaki faktörlerin anormal şekilde devreye girdiği bir süreç yaşadık. Türk-Amerikan ilişkilerinde olağanüstü gerginliklerin, en üst seviyede Türkiye’ye yaptırım bile uygulanabileceğinin konuşulduğu, Türkiye’nin arzu etmese bile serbest piyasa uygulamalarından sapmak durumunda kalabileceği gibi hiç bizim konuşmadığımız gündemler ortaya çıktı. Sonra biraz ilişkilerdeki iyileşmeler, alınan tedbirlerle şu andaki seviyelere geldi. Öte yandan, daralan bir ekonomi, hızla yükselen kurlar, yüksek faiz herkesin projeksiyonunu ciddi oranda bozdu.

Peki seçimden sonrası bahar mı kış mı?

Şöyle anlatayım: Bir ekonominin seyrini etkileyebilecek 3 aktör vardır. Birincisi kamu sektörü, ikincisi reel sektör artı hane halkı, üçüncüsü de finans sektörü. Kamu ile bankacılık sektörü, dışında oluşabilecek sorunları absorbe edebilme, rehabilite edebilmeye dönük kapasiteleri var ise problemler çözülür. Yok eğer kendisi sorun içerindeyse, yeterli kapasitelere sahip değil ise problemleri çözme yeteneği zor olur. Bu yönüyle bakıldığında, şu anda Türkiye ekonomisinin hem kamunun hem de bankacılık sisteminin imkanları, kapasitesi, opsiyonları var.

TOPARLANMA İKİNCİ YARIDA BAŞLAR

Ama bankacılık sektöründe sorunlu kredilerdeartış var. Bu risk değil mi?

Şu andaki sorunlu kredi oranları Türk bankacılık sisteminin görmediği oranlar değil. Nitekim, 2009 global krizi sırasında yüzde 6’lı seviyeleri görmüştük. O seviyeleri sağlıklı bir şekilde yöneterek, firmalarımızı da sermayeleri de koruyabildik. Sorunlu kredi oranının yılsonunda yüzde 6.5-7’leri bulmasını mümkün görürüm. Bunlar bizim yönetemeyeceğimiz oranlar hiç değil. Bankacılıkta, 2019’un en önemli inisiyatifi kredi yönetimi ve aktif kalitelerinin iyileştirmeleri yönündeki performanslar olacak.

Kurdaki artış bankaları olumsuz etkilemiyor mu? Özkaynak erimiyor mu?

Bugün bankacılık sisteminin özkaynağı, bu kadar kur artışına rağmen 70, 80 milyar dolar civarında… 2001’de 10 milyar dolar özkaynak vardı. Bugün bankacılık sisteminin açık pozisyonu yok. 2001’de özkaynağın 3.5 katı kadar bilanço dışı bilanço içi açık pozisyon vardı. Bu kadarlık bir devalüasyon, bütün sistemin özkaynağını tüketebiliyordu. Nitekim öyle olmuştu. Bugün sermaye yeterlilik rasyosu yüzde 16’nın üzerinde. Dönüp 2001’e bakın, sermaye yeterlilik rasyosu kavram olarak bile yok. Bugün bankacılık sistemi hakiki işini yapıyor. Toplam krediler bilançonun aktifinin yüzde 60’ından fazlasını oluşturuyor. Dolayısıyla, ben bugünkü tecrübemiz ve imkanlarımızla bunları çözebileceğimizi düşünüyorum.

Ekonomide çarklar ne zaman döner?

Hanehalkı böyle dönemlerde taleplerini ancak ertelenemez olanlara indirgiyor. Kısa vadeli tüketime, gıdaya dönük harcamalar yapıyor ama onun ötesindekileri bir miktar öteleliyor. Bu daima ve aşağıya doğru gidecek bir süreç değil. Eninde sonunda ekonominin her sektörde farklı stok tükenme periyotları var. Bir noktada o ihtiyaçların bile karşılanması için çarkların altta dönmesi lazım. Böyle bir toparlanma için mayısın 2. yarısından itibaren gelecek göstergelere bakmamız gerek.

FORMAL RAPORA DEĞİL SAHAYA BAK

Yabancı kuruluşların olumsuz tespitleri oluyor. Sahada durum nedir?

Sadece formal raporlar, beklenti anketleri, ekonomiye ilişkin değişik kuruluşların gözlemleri gibi daha akademik bir zeminde değil, sahadan doğrudan beslenerek bunu yapabiliyor olmalıyız. Yani irili ufaklı müşterilerimizin siparişlerini, taleplerini, iş hacimlerini takip etmemiz lazım… Ben bu yaklaşımın çok faydasını gördüm. Çoğu kez üst yapıda hala geriden gelen verilerle, senaryolar olumsuz yazılırken alt tarafın nasıl hareketlendiğini gözlemledim.

Ne gibi mesela…

2009’un ilk çeyrekte yüzde 14’ün üzerinde daraldık. Kamu, ekonomiyi destekleyici politikalar uygulamıştı. Ekonomi ile ilgili beklentiler bozulmuştu. Ben o zaman nisan sonu gibi sahada çok temas yapmaya başladım. Burada da kendime çıpa olarak seçtiğim şey, ticari araçların seyridir. Onlar boş gitmez. Gidiyorsa mutlaka bir şey taşıyordur, bir şey taşıyorsa onu bir yerden alınmıştır, alındığı yer bir şey üretmektedir. O tarihlerde ben siparişler fena olmamaya başladı derken, altta “biz siparişleri doldurduk” diyen yapıyı gördük. Ben de “arkadaşlar altta devinim başladı” dedim. Saha ile teması kestiğiniz andan itibaren formal raporlarla alttaki hakikat arasındaki zaman farkının etkisine düşüyorsunuz.

TUZU KURULARIN KREDİ TALEPLERİNİ AYRIŞTIRIYORUZ

Son dönemde gelen kredi talepleri ne tür…

Bu konjonktürde işletme sermayesi kredi talepleri daraldı. Başka türlü talepler başladı: İhtiyaç saikiyle kredi talebi, ihtiyat saikiyle kredi talebi… Birincisi; personel ücretleri, bir finans kuruluşuna olan taksiti ödeme veya tedarik, hammadde temini gibi artık ertelenemez, ötelenemez, akut hale gelmiş bir ihtiyacı karşılamak için gelen talep… Kredi fiyatına, vadesine, onun özelliklerine duyarlılığını kaybetmiş bir kredi ihtiyacı… Bu çoğu kez kredi kalitesi, talep edenin ödeyebilirliği açısından bankacılık sistemi tarafından maalesef endişelerle karşılanabilen bir taleptir. İkincisi; ben öyle tabir ediyorum, tuzu kuruların talebi… İhtiyat saikiyle, yani tedbiren kredi kullanımı. Aslında somut bir ihtiyaç yok. Ama “Ortalık biraz karışık. Daha kötüye giderse, bankacılık sisteminden kredi temin edemem, alıp kenarda tutayım” düşüncesiyle gelen talep. Maliyeti yüksek ama bir nevi sigorta, kasko yaptırmak gibi bir şey… Ben bu kredi talepleri karşısında bankacılık sisteminin yine de iyi ayrıştırmalar yapmaya çalışarak gayret gösterdiğini düşünüyorum.

SARMALDAN ÇIKIŞ KATMA DEĞERLİ ÜRETİMLE OLUR

Dış kaynak sarmalından nasıl çıkılacak?

Bu sarmaldan firmalara kullandırılan kredi mantığıyla çıkılacak. Eğer bir firma işinden, kullandığı kredinin maliyetinden daha yüksek bir getiri elde ediyorsa, bu hesap pozitiftir. Onun için o krediyi kullanmak, sermaye birikimi ve değer yaratma açısından önemlidir. Gelişmekte olan bir ülkenin bu sarmalı kırabilmesi için de en önemli şey, katma değerli üretim. Bu da inovasyondan, girişimden, bir fikirden başlayacak. İnovasyon ile fikrin ham bir seviyede olmasını kast etmiyorum. Çünkü bizim memlekette ham fikir epey çok. Onun için de epey kaynağı israf ederiz. Bir fark yaratacak olan, fikrin ticarileşip tatbik kabiliyeti olan bir safhaya getirilmesidir. O fikrin belirli bir evrimleşmeyle ticarileşip, değer yaratacak hale gelmesini sağlayabilmektir. Bunun da ben bir iklim meselesi olduğunu düşünüyorum. Ortamın buna müsait olması lazım. İkinci olarak da ‘iş yapma endeksi’nde sürekli üste çıkmayı hedefleyeceksiniz. Ödevlerinizi yapacaksınız. Türkiye, bu konuda fena değil. 2009’da 73. sıradaydık, Ekim 2018’de 43. sıraya yükseldik. Ayrıca güçlü bir lojistik ağımız var. Çok hızlı büyüme dönemlerinde Çin gibi ölçek ekonomileri kazanır. Ortalama büyüme dönemleri Türkiye için coğrafi konumu nedeniyle önemli fırsat.

Şimdi de bu gözleminiz var mı peki?

Türkiye enteresan bir ülke. Türkiye, şapkasından tavşan çıkartmayı bir şekilde hep başarabilen bir ülke… Temennimiz de öyle tabii. Ekonomik devinimin yılın ikinci yarısında kademeli toparlanmayla normal rayına girmesini bekliyorum.

10 YILDA 7 MİLYONDAN FAZLA KİŞİYE İŞ YARATILDI

Seçimlerden sonra ekonomide size göre neler yapılması gerekir?
Türkiye, genç nüfusa sahip dinamik bir ülke… Hızlı büyümek zorunda… Bu ülkede her yıl 800 bin genç işgücüne katılıyor. İşsizliği aynı seviyede tutmak için bile her yıl en az 800 bin yeni istihdam yaratmanız gerekiyor. Aslında, son 10 yılda 7 milyonun üzerinde iş yaratıldı. Ama işgücüne katılım daha fazla olduğu için işsizlik aşağıya çekilemedi. Bu açıdan baktığımızda, Türkiye’nin her yıl en az yüzde 4-5 oranında, potansiyeline yakın bir büyüme kaydetmesi şart. Yüzde 4-5 ve üzeri büyümeler ise Türkiye’nin kendi tasarrufları ile finanse edebildiği bir büyüme oranı değil. Bunu yapma mecburiyetiniz var ama bunu yapabilmek için yeterli kaynağınız yok. O zaman ne yapıyorsunuz? Dış kaynak kullanıyorsunuz. Dış kaynak, dış konjonktür açısından olumlu ve sürdürülebilir olduğu sürece bu imkanlardan yararlanılıyor. Ama her hızlı büyüme dönemimiz, özellikle dış kaynağın bir miktar daralma eğilimine girdiği, para politikalarının yeniden normalleştiği dönemlerde bir dış açık sorunuyla kesintiye uğruyor.